Ömer Madra: Yabancı sermaye ve ekonomik reformları konuşacağız bugün.
Hasan Ersel: Bir gazete haberini kısaca okuyabilir miyim? "Ülkemiz gerçekleştirdiği reformların meyvelerini toplamaya başladı, yabancı sermayeyi çekmeyi başardı. Perakendecilik kesiminde yabancı sermaye geliyor, 5.6 milyon dolarlık yeni projede ilk aşamada 200 kişiye iş sağlanacak." Güzel değil mi?
ÖM: Fevkalade, Dubai İstanbul Towers mı?
HE: Değil, üstelik bu haber Türk gazetelerinden de değil.
Avi Haligua: Tahmin etmiştim 200 istihdam sebebiyle, bizimkiler öyle sayı pek vermiyorlar.
HE: Doğru. Bu 14 Kasım 2005 tarihli The Egyptian Gazette adlı bir Mısır gazetesinden. Yani geçtiğimiz Pazartesi çıkan. Bunu gündeme getirmek isteyişimin iki nedeni var, bir tanesi şuna dikkati çekmek, Türkiye'de gözlediğimiz gelişmeler, Türkiye'deki bekleyişler bize özgü değil. Mısır örneği çok somut, bize yakın bir örnek. Başka ülkeler de var aynı şekilde. Çok somut olduğu için bu örneği seçtim. Mısır'da da bazı politika kararları alınıp, bazı işler yapıldığında beklenen, yabancı sermayenin gelmesi. Bu da yapılanların doğruluğunun bir göstergesi, hatta bir kanıtı gibi düşünülüyor. Bizdeki tartışma ortamını aynısı gibi.
ÖM: Tamamen, söylem biçimi de aynı.
HE: Aynı. Çok çarpıcı. Bu haberde Türkiye'yi ilgilendiren ikinci bir boyut daha var. Bu yabancı sermaye girişiminin Mısırlı ortakları, Talat Mustafa ve Oryx Grubu. Yabancı sermaye ise BBA Şirketi tarafından konuluyor. Yani Beymen'in içinde bulunduğu şirketler topluluğu. Beymen Kahire'de bir büyük satış merkezi açıyor. Bu da hoşuma gitti doğrusu. Bir Türk şirketi dışarıya açılıyor. Bence Kahire, Beymen gibi bir şirketin iş yapabileceği büyüklükte bir yer. Sayın Cem Boyner'in aynı haberde yer alan sözleri de şöyle "Beymen'in Kahire'de var olması Mısır'ın turizm ve alışverişte bölgenin en önde gelen merkezi olma görünümünü güçlendirmiştir."
Bu açıdan bakıldığında böyle bir girişim hoş bir şey. Öte yandan da Türkiye'de olup bitenlere çok benzemesi de ilginç. Bizdeki tartışmalar, görüldüğü gibi sadece bize özgü değil, küresel eğilimin Türkiye'ye yansıması. Bu olayın sadece bizde olmadığını düşündüğümüzde çok dikkat etmemiz gereken noktalar olduğu da ortaya çıkıyor. Demek ki yabancı sermayeyi çekebilmek için herkes bir şeyler yapıyor. Bu alanda da bir rekabet var. Bu da şu demek, sizi aynı anda 5 arkadaşınız birden akşam yemeğine çağırırsa seçici olmak size kalır. Hangisi daha iyi, hangisine daha sempatim var, hangisi daha iyi yemek yapar vs.
ÖM: Beymen Grubu onlara göre yabancı sermaye oluyor.
HE: Tabii, bizim açımızdan bakıldığında, sermaye ihraç ediyoruz, Mısır için yabancı sermaye. Bir noktaya daha dikkatinizi çekeyim; biraz Beymen Grubu reklamı gibi olacak ama olayı anlatmak için gerekli. Bu girişim aslında Türkiye'de en arzu edilen tipte yabancı sermayeyi ifade ediyor, yani "geleyim ben sizin borsanızda oynayayım" gibi bir sermaye girişi değil, geliyor o ülkede somut bir iş yapıyor. Bizim tanıdığımız Beymen ürünlerini orada satacak, bunun için istihdam sağlıyor. "Yabancı sermaye ne getirebilir?" dediğimizde, getirebileceği olumlu unsurları bulabileceğiniz bir yatırım biçimi. Dolayısıyla bu tarafıyla da önemli. Perakendecilik hiç öyle küçümsenecek bir şey değil, gayet önemli bir alan.
Şunu da unutmamak gerek. Mısır'dan pek çok insan, tatillerinde Türkiye'ye gelip alışveriş yapıp, geri dönüyorlardı. Beymen, onların gözüne takılan, hoşlarına giden bir yerdi. Şimdi o hizmeti Kahire'de onlara sunmuş oluyor Dolayısıyla, baktığınız zaman yabancı sermaye oraya bir yenilik getirmiş oluyor. Beymen'in ürünleri, Türkiye'deki satış usulleriyle orada satılmış olacak -belki de daha gelişmiş usullerle, artık bilmiyorum. Yani pozitif tarafı çok olan bir proje...
Buradan bir başka noktaya gelelim. Türkiye'nin ödemeler dengesi kalemlerini okurken genelde "net sayılar" üzerinde durulur; "şu kadar yabancı sermaye girişi oldu" gibi. Oysa Türkiye gibi sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ülkede bunun ne anlama geldiğine dikkat etmek gerekir. Bir ülke düşünün, ülkeye 100 milyon dolar sermaye gelmiş, "çok değil" diyorsunuz; ama şöyle bir durum düşünün, o ülkeye 1 milyar dolar sermaye geldiyse ve 900 milyon dolar sermaye de çıkıp yurt dışına yatırım yaptıysa, bu sadece 100 milyon dolar sermaye giren, başka bir sermaye hareketi olmayan ülke ile aynı şey değildir. Bu ülkede çok önemli bir iktisadi faaliyet var demektir. Örneğin, gelen 1 milyar dolar, elektronik sanayiine gelmiş olabilir, çıkan 900 milyon dolar da otomotiv, tekstil sanayiinde olmuş olabilir. Bunların ekonomi üzerindeki etkisi aynı değil. Onun için de ödemeler dengesi üzerinde çalışacak olanlara (örneğin öğrencilerime), analiz yapmak istediğimizde, net rakamların ötesine geçip brüt rakamlara bakmak gerektiğini hep anımsatıyorum Tabii "cebinde ne kadar para kaldı?" sorusunu sorduğunuzda net rakama bakarsınız, bu normal. Ama iktisadi soru bundan ibaret değil.
Öte yandan sermaye çıkışı ile sermaye kaçışını da karıştırmamak lazım. BBA grubuna ilişkin verdiğim örnekte olduğu gibi, bir tesis kuruyorum diyerek başka ülkeye giden sermaye başka bir şey, şu veya bu nedenle Türkiye'den çıkıp gitmek isteyen ayrı bir şey. İlkinde bir yatırım yapılıyor, bu yatırım bir süre sonra kâr sağlayacak. Bu, Türkiye'nin ilerideki ödemeler dengesi rakamlarında yurt dışından kazanç şeklinde geri gelecek. Bunun altını çizişimin nedeni de, bu verdiğimin tek örnek olmaması. Türkiye gelişmekte olan ülkeler grubu içerisinde sermaye ihraç eden az sayıda ülkeden birisi. Bu şekilde Romanya'ya, Bulgaristan'a, Ukrayna'ya, Rusya'ya, hatta Brezilya'ya yapılmış yatırımlar var.
ÖM: Bunun ekonomik reformlarla bağlantısı üzerinde de bir kaç kelime söyleyebilir miyiz?
HE: Şu soruyu da sorabiliriz, bu somut örnek üzerinde düşünelim, diyelim ki niçin 6-7 yıl evvel böyle bir gelişim olmadı? Bunun pek çok nedeni vardır. Fakat, o tarihlerde Mısır'ın kambiyo rejimi neydi, paranızı transfer edebiliyor muydunuz, yani işi doğru dürüst yapabilmeniz için gerekli minimum koşullar var mıydı? İyi bildiğim bir konu değil, yanıltmak da istemem, ama benim anımsadığım kadarıyla Mıısr'da bu gerekli kurumsal yapı daha önce yoktu; arada epeyce düzeltme yapıldı. Yani orada yatırım yapmanın minimum koşulları sağlandı. O zaman yatırımcı için bir güven ortamı doğuyor. Bir de "ekonomi acaba çok ters yöne gider mi?" sorusunu sorarsınız, reformlar bu konularda belli bir güvenlik ağı kurmaya yöneliktir. Reformlar laf olsun diye yapılmaz, böyle bir sonuç sağlaması umuduyla yapılır. Böyle olunca yatırımcı, düşük bir yanılma payıyla neler olabileceğini tahmin edebilir hale gelir. Dolayısıyla bir reform programını da bu açıdan değerlendirmemiz gerek. "Eğer ekonomide bu tür dengelerin oturmasına yaramıyorsa, o reform programında yapılan işleri niye yapıyoruz?" diye sormamız lazım. Geriye ne kalıyor? Ortağınıza, piyasaya güvenir misiniz? Onlar zaten yatırımcının kendi riski, onu düşünür.
Tabii şunu da unutmayalım; her reform piyasada kâr oranını yükseltmek için yapılmaz değil mi? Bazıları da toplumsal gerekleri karşılamak için yapılır. Sağlık ve eğitim gibi. Bunlar da fevkalade önemli şeylerdir. Benim burada kastettiğim sırf bu piyasaya yönelik olan reformlar. O nedenle yatırımcı karralarıyla doğrudan ilişki kurdum.
Bu bağlamda benim ilgilendiğim bir konu da yatırım için sunulan teşvikler. Acaba yatırım için bu ortamı oluşturacak reformlar mı önemli teşvikler mi? Biz yaptığımız çalışmada teşviklerin pek etkisi bulamadık.
ÖM: Şaşırtıcı.
HE: Buna karşılık, kabaca "ortam" dediğimiz ekonominin durumunu ifade eden değişkenlerle ilişki iyi çıkıyor. Yani o yüzden buna bakmak lazım, ekonomik ortamı düzelten, yatırımcıların –yani gidip fabrika, işyeri, vs. kuran insanları kastediyorum- önlerini görmesine yardım eden gelişmeleri sağlayan bir devlet, ona buna teşvik dağıtan devletten çok daha fazla yatırım, istihdam ve büyük bir olasılıkla prodüktivite artışı sağlıyor. Eğer rekabeti de bu arada canlı tutarsa.
(17 Kasım 2005 tarihinde Açık Radyo'da, Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)